İHD Balıkesir Şube Başkanı Rafet Fahri Semizoğlu, İMCHaber24 Genel Yayın Yönetmeni Cengiz Demirtaş’ın sorularını yanıtladı. Rafet Fahri Semizoğlu, yaklaşık beş yıldır İHD Balıkesir Şube Başkanlığı görevini yürütüyor. Burhaniye’de aynı zamanda esnaflık yapan Semizoğlu, daha öncesinde Yeşiller, Sol Parti ve HDP yöneticiliğini yaptı. İnsan Hakları Derneği Balıkesir Şube Başkanı görevi dolayısıyla gözaltına alınan Semizoğlu’na soruşturma açıldı ve daha sonra soruşturma davaya dönüştürüldü. 8 Eylül 2022’de Semizoğlu’nun ikinci duruşması görüldü ve bir sonraki duruşması ise, 24 Kasım 2022’ye ertelendi.
Diğer yandan kişilere işkence, zorla kaçırma, ajanlık dayatması ile ilgili konuşan de Semizoğlu, “İHD’nin rapordaki örneklerinden görüleceği gibi, mağdurlar özel hayatlarındaki bilgiler de kullanılarak ve yardım edilecekleri vaadiyle ikna edilmeye, çoğu durumda da tehdit yoluyla ajanlaştırılmaya (muhbirleştirilmeye) çalışılmakta ve kişilere psikolojik işkence yapılmaktadırlar. Kişiler tutuklanmakla, kaçırılmakla, ölümle veya işkenceyle tehdit edilmekte ve yasa dışı ajanlığa zorlanmaktadır” dedi.
Semizoğlu ile İHD olarak verdikleri mücadeleyi konuştuk.
İHD BALIKESİR ŞUBE BAŞKANI OLARAK YAPTIĞINIZ ÇALIŞMALARDAN BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?
İnsan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı ulusal ve uluslararası bir sistem ve düzen hâlâ kurulamadı. Bugün geldiğimiz noktada ülke olarak da maalesef bu ideallerin çok gerisindeyiz. Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzenin hâlâ kurulmadığını ne yazık ki yaşayarak görüyoruz. Bizleri de sürekli bir öğrenme sürecinde ve zorunluluğunda tutan, en yakın çevremizden, daha uzağa ve sonunda ülkenin tümüne uzanan bir sorumluluk duygusuyla, içinde yaşadığımız toplumda fark yaratmanın, değişime katkıda bulunmanın ve sonuçta yaşadığımız ülke ve dünyayı değiştirebilmenin en etkili yollarından birisi olarak İnsan Hakları mücadelesi veriyoruz.
İHD olarak korumaya ve geliştirmeye çalıştığımız tüm değerler (kadın, çocuk, ekoloji, hayvan hakları, kimlik, kültür, cinsel yönelim, engellilik, hapishane, mültecilik hakları) bir bütün olarak insan onuru ve ‘insan hakları’nın korunması ve geliştirilmesi gerekliliği üzerinde şekillenmektedir.
Geldiğimiz aşamada, içinde bulunduğumuz durumu kısaca özetlersek, devletlerin bir araya gelerek oluşturduğu çıkar ilişkileri, askeri ve ekonomik birliktelikler, insanların hak ve özgürlüklerini kullanmalarının önünde birer engele dönüşmüştür. Özellikle devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmaları insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının, hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına yol açmıştır.
Tüm bu olumsuzlukların karşısında dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltmektedirler. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde olmaktadır. Türkiye’de İHD olarak bizim de bu ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü canlandırmak asli görevimizdir. Yaşadığımız süreç, açılan davalar, yapılan tehditler hak savunucularını sürekli bir risk altında tutuyor, ama bu garip bir şekilde bizi motive de ediyor, biat etmemek, insan hakları savunuculuğu, barış ısrarı ayrı bir onur kaynağı ve kişisel konfor sağlıyor. Hiç kimse inanmadığı şeyler için yaşamını riske etmez. Biat etmiyoruz, her alanda itiraz ediyoruz, sözümüzü söylüyoruz. Gördüğümüz dayanışma ve saygı doğru yolda yürüdüğümüzü gösteriyor.
İHD OLARAK YAŞADIĞINIZ ZORLUKLARI ANLATIR MISINIZ?
Bu alanda çalışan tüm hak savunucuları gibi biz de, insan hakları ihlallerinin engellenmesi ve insan haklarının hayata geçirilmesi amacıyla yürüttüğümüz çalışmalar, hak ihlallerinin görünür kılınması ve yetkililerin insan haklarına aykırı politika ve uygulamalarına karşı yürüttüğümüz faaliyetler nedeniyle baskı, engel, tehdit ve zorluklarla karşı karşıya kalıyoruz. Bu engeller, yargısal taciz (açılan davalar), idari taciz (denetlemeler), tehditler, hedef göstermeler, karalamalar, misillemeler, barışçıl toplantı ve gösteri yapma yasakları yöntemleriyle ortaya çıkıyor.
İHD Balıkesir Şubesi olarak, üyelerimize karşı yürütülen cezai süreçlerde genel hatlarıyla, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırı davranmak, görevi yaptırmamak için direnmek, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, suçu ve suçluyu övmek, suç işlemeye tahrik etmek, cumhurbaşkanına hakaret suçlarına dayanıldığı görülmektedir. Bunun yanı sıra, terörle mücadele mevzuatında düzenlenen çeşitli suçların da biz hak savunucularına karşı yaygın ve geniş şekilde kullanıldığını gözlemliyoruz. İnsan hakları savunuculuğu faaliyetlerimiz “terör” tanımı içinde değerlendirilerek meşruiyeti ortadan kaldırılmaya ve hak savunuculuğu en üst perdeden kriminalize edilmeye çalışılıyor.
BİLDİĞİMİZ KADARI İLE DAHA ÖNCE SİZ GÖZALTINA ALINDINIZ VE SİZE SORUŞTURMA AÇILDI, GÖZALTI VE SORUŞTURMALARIN NEDENLERİ NELERDİR?
Sadece bana değil, başta Eş başkanlarımız Öztürk Türkdoğan, Eren Keskin diğer şube başkanlarımız, yöneticilerimiz ve üyelerimize de çeşitli zamanlarda davalar açıldı, bu davalar sonucu ceza alan Şube Başkanlarımız, yöneticilerimiz, üyelerimiz oldu, halen birçok İHD üye ve yöneticisi hak savunucusu arkadaşımızın dava süreçleri devam ediyor. Yakın zamanda eş başkanımız Öztürk Türkdoğan beraat etti ama, Eren başkanın hala on yıllarca ceza istenilen davaları sürmekte. Bana açılan davaya gelirsek, kişisel olarak, yaptığım ve tümüyle hak savunuculuğunu içeren çalışmalarımızı mahkum etmek ve kurumsal olarak da İHD’yi kriminalize etmeye yönelik hukuk dışı, keyfi, inandırıcılıktan uzak bir dava süreci söz konusu.
Şöyle ki; asıl çalışma alanımız içinde dönemsel olarak, hak ihlalleri açısından en sorunlu alan şu anda hapishanelerdeki yaşanan hak ihlalleri. Ne yazık ki bu hak ihlalleri son zamanlarda cezaevlerinde birçok ölümün de yaşandığı bir sürece evrilmiş durumda.
İHD “izleme, gözlem ve raporlama” dışında kişisel durumlarda hak ihlalleri tespitleri için başvurular üzerinden işlem yapmaktadır. Başvuruları üzerine çeşitli zamanlarda durum tespiti yapmak ve bunu rapor haline getirmek üzere hükümlü ve tutukluları ziyaret etmek de her İHD şubesi bünyesindeki “Hapishane Komisyonu”nun asıl görevidir.
Komisyon çalışma alanımız kapsamında ve bizlere dolaylı da olsa ulaşan hükümlü ve tutuklu başvuruları üzerinden, izleme ve raporlaştırma süreci içinde cezaevi ziyaretlerinde tanıştığımız tutuklu ve hükümlü ailelerinin bizlere teslim ettiği cüzi miktarda parayı, yine hükümlü ve tutukluların Cezaevi İdarelerince açılan hesaplara (PTT ve Vakıfbank üzerinden) yatırdığım için “Terörün Finansmanının Önlenmesine Muhalefet Suçu”ndan dava açıldı. Dava süreci hala devam ediyor, uzunca bir zamandır soruşturma aşamasındaydı, nihayetinde davaya dönüştürüldü ve bu ay (Eylül ayının 8’i) ikinci duruşma yapıldı, bir sonraki duruşma tarihi 24 Kasım.
Özellikle hak savunucularına yönelmelerinin önemli sebebi barış konusundaki kurumsal vurgu, inadına barış söylemi ve pratiğinde ısrardan dolayıdır. Ülkenin demokratikleşememesinin en önemli nedenlerinden Kürt meselesinin demokratik yollarla ve gerçek muhataplarıyla müzakere içinde çözülmesi için gerekli adımların atılmamasıdır, ülkede bir barış ortamının bulunmaması en yakıcı ve acil sorundur. Yeni bir barış sürecinin yeniden başlaması ve süreç sonunda da en geniş katılımla yapılacak yeni bir anayasa ile güvence altına alınması artık bir zorunluluktur. İktidarın her şeye rağmen kendini devam ettirme pratiği ülkeyi her anlamda çok geriye götürdü. Öyle ki Türkiye artık kendi yaptığı kanunları (AİHM süreçleri de dâhil) uygulamaktan çıkan ve bunu artık bir rutin haline getiren bir ülke oldu. Yargı ve hukukla o kadar oynandı ki önümüzdeki çok uzun ve sancılı bir süreç bu hukuksuzluğun yol açtığı tüm yıkımın iyileştirilmesine çalışmakla geçecek.
SON YILLARDA BAŞTA ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ, GAZETECİLER VE POLİTİK AKTİVİSTLER OLMAK ÜZERE ÇOK SAYIDA KİŞİ KAYIT DIŞI BİÇİMDE GÖZALTINA ALINMIŞTIR. BU TÜR VAKALARLA İLGİLİ İHD BALIKESİR ŞUBESİNE BAŞVURULAR VAR MI?
İktidarın ilk yıllarda görece daha demokratik bir görünüm veren ve bu ülkenin gerçek anlamda demokratikleşmesini sağlayacak “çözüm süreci” adımını atan AKP, cumhuriyet tarihi boyunca (1921 anayasasını ayrı tutarak) hayata geçirilmeye çalışılan en önemli toplumsal uzlaşma projesini başlatmıştı. Çözüm süreci, ortak bir gelecek tahkim etmek, tüm vatandaşların kendini tarafı hissedebileceği eşit vatandaşlığa dayalı bir yönetimi hayata geçirmek ve ülkenin ekonomik olarak kalkınmasını da sağlayabilecek önemli bir adımdı. Sebepleri ayrı bir tartışma konusu elbette ama çözüm süreci bitirildikten sonra giderek ilk iktidara geldiği kuruluş değerlerinden uzaklaşan iktidar, 15 Temmuz darbesi de yaşandıktan sonra etkisini giderek artıran antidemokratik pratiği hayata geçirdi.
Cumhuriyet tarihi boyunca “olağanüstü” durumlarda hemen hemen devletin şaşmaz rutini haline gelen baskı, sindirme, gözaltı ve tutukluluk uygulamalarının ilk hedefi yine başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye’de çatışma odaklı birçok siyasi, ekonomik ve kültürel sorunun, diyalog ve uzlaşma kültürü içerisinde çözülebileceğine inanan, çözüm sürecinin de muhatabı demokratlar, hak savunucuları, sosyalistler, “politik Kürtler” ve Kürtlerin yasal siyasal temsilcileri oldu.
Yalnız bu kez bir farkla, giderek dinci bir otoriterleşmeye dönüşen, bozduğu ekonominin de etkisiyle artık rızaya dayalı bir hegemonya üretemeyen Cumhurbaşkanlığı sistemi, artık hiçbir farklılığa tahammül etmez hale gelerek bu kez hegemonyayı baskı ve zor aracılığı ile oluşturmaya çalışırken ülkeyi sadece siyasal olarak değil, akademik, bilimsel, kültür-sanat anlamında da bir enkaza dönüştürdü. Bildiğimiz insanlığın sonu!
Anayasa ve uluslararası insan hakları sözleşmeleri ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği ihlalleri yeni sistemin normali haline geldi. İktidarın ürettiği güvenlikçi politikaların baskısı ve vesayeti altında bulunan yargı kurumları, soruşturmaları sürdürerek, hukuk ve adalet anlayışında telafisi gittikçe imkânsızlaşan bir tahribata yol açtı. “Giderek rutin bir hal alan ve hukuk dışı tutuklamalara yol açan bu soruşturmaları körfez bölgesinde de yaşadık ve hala yaşamaya devam ediyoruz. Böylesi gözaltı, sorgu, tutukluluk durumlarında başvuru olsun ya da olmasın, en azından ilk aşamada oluşacak hak ihlallerinin önüne geçmek, hukuki destek sağlamak amacıyla bölgedeki avukat arkadaşların da desteği ile bir iletişim ve dayanışma kültürü oluşturmaya çalıştık. Kaldı ki körfez bölgesinde böylesi gözaltı-tutukluluk uygulamalarına maruz kalanların büyük bir çoğunluğu İHD üyesi.
İHD DOKÜMANTASYON BİRİMİ’NİN VERİLERİNE GÖRE BASKI VE TEHDİT YÖNTEMLERİ İLE AJANLAŞTIRMA, İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE SON DÖNEMLERDE YAYGINLAŞTIRILDI. BU TÜR KONULARDA SİZE BAŞVURUDA BULUNAN KİŞİLER VAR MI?
Sizin de söylemiş olduğunuz gibi, İHD Genel Merkezi’nce hazırlanan “Baskı ve Tehdit Yöntemleriyle İfade Alma, Mülakat Yapma, Ajanlaştırma ve Kaçırma Olaylarıyla İlgili Özel Rapor” kamuoyuyla paylaşıldı. Raporda bu tür uygulamaların 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması ile birlikte devletin baskı politikası haline geldiğini vurgulamış ve bu uygulamaların TCK’da tanımlı tehdit, hakaret, işkence, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, görevi kötüye kullanma gibi birden fazla suçu da içerdiği ifade edildi. Darbe girişimiyle birlikte bu alanda yaşanan hak ihlallerinin arttığı, şikâyetlerin etkili bir şekilde soruşturulmadığı ve faillerin cezalandırılmadığı, yapılan başvurulardan ve basına yansıyan haberlerden de anlaşılmaktadır. Genel cezasızlık politikasının bu tür başvurularda temel bir yaklaşım olduğu görülmektedir.
Körfez bölgesinde bununla ilgili başvuru almadık. Ancak ajanlaştırmayla ilgili yakın bir zamanda bir başvuru oldu, fakat başvuru sahibi kendi isteği ile başvurusunu geri çektiği için herhangi bir işlem başlatmadık. Raporda da belirtildiği gibi, mağdurların savcılığa ve insan hak ve özgürlükleri konusunda faaliyet yürüten kurumlara başvuru yapmaktan çekinmeleri hem de yapacakları başvurularının sonuçsuz kalacağına ilişkin algılarından dolayı gerçek sayılara ulaşamamaktayız.
YURTTAŞLARA ÖLÜM TEHDİTLERİ VE AJANLIK DAYATMASINI NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?
Bu zamana kadar konu ile ilgili alınan başvurulardan rapora da yansıdığı şekliyle bu tür baskı yöntemlerinin genelde öğrencilere, siyasi parti üye ve aktivistlerine, basın emekçilerine, mahpuslara veya mahpus ailelerine karşı uygulandığını görmekteyiz. Bu baskılar çoğunlukla ve kendini istihbaratçı olarak tanıtan kolluk kuvvetlerince veya infaz koruma memurları ve güvenlik korucuları (geçici köy korucusu) tarafından gerçekleştirilmektedir. Neredeyse tamamı resmi görevli olan bu kişiler, ellerindeki devlet gücü vasıtasıyla bireylerin özel hayatına ilişkin bilgilere ulaşmakta ve bu bilgileri kullanarak kişilerin hassasiyetlerini istismar etmektedirler. Rapordaki örneklerinden görüleceği gibi, mağdurlar özel hayatlarındaki bilgiler de kullanılarak ve yardım edilecekleri vaadiyle ikna edilmeye, çoğu durumda da tehdit yoluyla ajanlaştırılmaya (muhbirleştirilmeye) çalışılmakta ve kişilere psikolojik işkence yapılmaktadırlar. Kişiler tutuklanmakla, kaçırılmakla, ölümle veya işkenceyle tehdit edilmekte ve yasa dışı ajanlığa zorlanmaktadır. Bazı durumlarda kişiler aile üyeleri, çevreleri ya da tutuklu bulunan yakınları ile tehdit edilmektedir. Tehditler çoğunlukla defalarca tekrar edilmekte; kişilerin sosyal ve psikolojik iyi oluşları olumsuz yönde etkilenmeye çalışılmaktadır.
Genel anlamda devletin cezasızlık politikasının son bulması ve sorumluluğu bulunan faillerin cezalandırılması amacıyla birçok girişimde bulunmaktayız. Bu amaçla yapılan başvurular derneğimiz tarafından devletin ilgili kurumlarına ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na bildirilmekte olmasına rağmen, etkin bir soruşturma yapılmadığı görülmektedir. Bu amaçla TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde kolluk kuvvetlerini denetlemek için bir alt komisyon kurulmamış ve 2019 yılından beri faaliyet yürüten Kolluk Gözetim Komisyonu tarafından şu ana kadar hiçbir faaliyet raporu yayınlanmamıştır.
İHD Genel Merkezi’nce TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu ve İçişleri Bakanlığı ile de görüşülmüş ancak vakaların devamından da anlaşılacağı gibi önleyici tedbirlerin yeterli düzeyde alınmadığı tespit edilmiştir. Raporda verilen örnekler ve resmi kurumların mevcut tutumu bir arada değerlendirildiğinde bu tür vakaların münferit olaylar olmadığı, sistematik bir yöntem olarak kullanıldığı açıkça görülmektedir. İnsan haklarının temel değerleriyle çelişen, kanunların ve uluslararası sözleşmelerin yasakladığı bu tür uygulamalara derhal son verilmesi gerektiğini bir daha vurguluyor ve bu yöndeki hak ihlallerinin son bulması yönündeki ısrarımızın ve takibimizin devam edeceğini ifade ediyoruz.
İHD DOKÜMANTASYON BİRİMİ’NİN (2021) VERİLERİNE GÖRE 371 MAHPUS İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE GÖRDÜĞÜNE DAİR ŞİKÂYETTE BULUNDU. TUTUKLULARDAN SİZE BAŞVURUDA BULUNANLAR OLDU MU?
İHD Balıkesir Şubesi olarak genel bir avukat sıkıntımız hep oldu. Bu nedenle bölgemizde, hak ihlallerinin yaşandığı hapishanelerde (Bandırma, Burhaniye ve Kepsut) tutuklu veya hükümlü bulunan mahpuslarca mektup ve faks yoluyla veya mahpus aileleri ve avukatları tarafından telefon, mail veya derneğe gelmek suretiyle yapılan başvuruları, avukat desteği aldığımız İzmir, Çanakkale ve İstanbul Şubelerimize yönlendiriyoruz. Her yıl Hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri “Marmara Bölgesi Hapishaneleri Hak İhlalleri Raporu” olarak kamuoyu ile de paylaşılmaktadır.
Bu yıl yayınlanan “Marmara Bölgesi Hapishaneleri Hak İhlalleri Raporu”na göre (Nisan Mayıs Haziran), 91 başvuru yapılmış, yapılan 91 başvurunun 42’si kadın, 2’si LGBTİ+, 47’si erkek, bunların 17’si adli, 74’ü ise politik mahpuslar tarafından yapılmıştır.
Yapılan her başvuru birden çok ihlal iddiası içermektedir. 91 başvuruda Nisan ayında 413, Mayıs ayında 175, Haziran ayında ise 651 olmak üzere toplam 1239 hak ihlali tespit edilmiştir. Basın taraması yolu ile tespit edilen 350 hak ihlali ile toplamda ihlal sayısı 1589 olarak tespit edilmiştir. Bunlar; “Yaşam hakkı ihlali, Sağlık Hakkı İhlali, Kötü Muamele Darp ve İşkence, Yeterli ve Sağlıklı Beslenme ve Temiz Suya Erişim Hakkı İhlali, öz bakım ihtiyaçlarının karşılanmaması, İletişim Hakkı İhlalleri/Tecrit, Haksız tutukluluk ve adil yargılanma hakkı, infaz sürecinde yaşanan ihlaller, Adalete Erişim Hakkı İhlali” başlık ve sayıları ile Ağustos ayında raporlaştırılarak kamuoyu ile paylaşılmıştır. Rapora İHD web sayfasından ulaşılabilir.