2 yıldır atama bekleyen Hasan Cihan Aslan’ın, dün gece yaşamına son verdiği haberi üzerine özellikle gelecek kaygısı yaşayan gençlerin intiharlarına “yaşadığı bunalımlar yüzünden” ifadelerinden farklı bir bakış açısıyla bakmamız gerektiğini düşünüyorum. İntiharlar şu ya da bu sebep gösterilerek medyaya servis edilirken gözden kaçan birkaç önemli noktaya değinerek özellikle örgütsüz bireylerin toplu intiharlarına dikkat çekmek istiyorum.
Bu haber üzerinden günlerdir üzerinde tartışılan bir konuya dair de fikrimi paylaşacağım. Paris’te yaşanan katliamlar sonrasında Kürt halkının sokakta birkaç araba devirmesi ve kaldırım taşlarına zarar vermesi yaşanan katliamdan daha büyük gündem olmuştu. Parantez açarak şunu söylemekte fayda buluyorum; bu eylemler meşrudur, -özellikle bir cana kasıt yoksa- biriken öfkenin bir şekilde sağaltılması gerekir. Zaten Paris’te ki olayların sonucuna değil nedenine odaklanmamız gerektiğini çok iyi biliyoruz. Gelelim yukarıdaki habere, özellikle son 5 yılda Türkiye’de intihar eyleminde bulunan ve bunun sonucunda hayatını kaybeden gençlerin profillerinde en dikkat çeken temel ögenin “gelecek kaygısı” olduğunu görebiliyoruz. Türkiye’de rejime, ekonomik sıkıntılara, özgürlüğün kısıtlanmasına, insanca yaşamın mümkün olmamasına; adaletin, eşitliğin, özgürlüğün, demokrasinin her geçen gün yitip gitmesine, zamlara, zorbalığa, kadın cinayetlerine, çocuk istismarlarına, doğa katliamlarına, rüşvete, tecavüze, istismara biriken öfke sokağa dökülmeye fırsat verilmeden terörize ediliyor. Sosyal medya paylaşımları üzerinden kendini sağaltmaya çalışan bireyin öfkesi pasif agresif bir hal almaya başlıyor. Sokağa dökülmeyen – sokak burada, örgütlü eylemselliğin meşru bir alanı- öfkenin örgütlenecek alan bulamayışı ve nihayetinde dönüp tekrar bireyin kucağına gerisin geriye kendini bırakışı ile karşımıza çıkıyor.
Peki öfke bireyde nerede örgütleniyor?
Kendi benliğinde, zihninde.
Her gün mağdur, çaresiz, yalnız, örgütsüz olmak öfkeyi derinleştirir ve “yok etme isteğini” ortaya çıkarır. Öfkenin doğru yerde örgütlenemeyişi, yok etme arzusunun sizi yiyip bitirmesi, yaşama tutunma, yaşam için anlam arayışında bulunma isteğinizi yok eder ve müthiş bir yok etme eylemiyle baş başa kalırsınız. Bu size temas eden tüm nesneleri anlamsız kıldığında ise, yaşamınıza son verme eylemi gerçekleşir. Türkiye’de yaşanan son zamanlardaki 15-35 yaş arası intiharlara baktığınızda, “gelecek kaygısını”, “hasta bir ruh hali” ile özdeştirerek intiharların bireylerin akıl sağlığı yerinde olmadığı için ölümü tercih ettiği üzerinden kurulan senaryolarla haber yaptıklarını görüyoruz. Oysa ki bu bireyler yaşamayı seçme haklarına gelene kadar pek çok insani eylemlerinden mahrum bırakılarak yaşamak zorunda kalıyorlar. Kendi yaşam deneyimlerinde acı verici olayların yasını tutmalarına ruhsal durumlarını sağaltmalarına bile fırsat verilmiyor. Gelelim bütün resme bakmaya; özellikle örgütlenen, daima bir arada olan, mücadele etme kültürü geliştirmiş, örgütlü bir birey olmanın azami sorumluluğunun bilincinde olan bireylerde intihar eylemi ya da düşüncesinde gözle görünen büyük bir fark var. Örgütlü birey yaşamın anlamını, hayata katabileceklerini ve hayatın ona katabileceklerini, mukayese etmede farkındalık sahibidir. Örgütlü birey yalnız olmadığının bilincindedir. Bu bilinç yaşamın zorlukları karşısında alacağı pozisyonları belirlemede önemli bir vizyon sağlar. Fikir alışverişine, yapıcı eleştiriye, öz eleştiri mekanizmasının gelişmesine, bir grup ya da klik içinde bireysel ve toplumsal sorumluluk bilincinin gelişmesine imkan yaratır. Örgütlülük; -ekolojiden sanata, politikadan emeğe, kadın ya da genç olmaktan ötürü hayatın içinde yaşadığı zorluklarla baş etmekte güçlük çekmekten ötürü olabilir. Alan ya da isim fark etmeksizin; güvercinleri sevenler derneğinin bile bir amacı vardır, uçma eyleminin kuşlara münhasır olduğunu her fırsatta size hatırlatan bir örgütlenmeye hizmet edebilir. Ve eğer bir gün birileri güvercinlerin kanatlarını kırarlarsa onlara karşı tutum almak için sokağa çıkabilirsiniz. Tıpkı bir sabah kalktığında kahvaltıda zeytin yemenin yasak olduğunu öğrenen zeytin sevenler derneği gibi. Eğer sokağa çıkıp örgütlü bir eylemsellikle haklı mücadelenizi ve size yöneltilen şiddeti birkaç kaldırım taşına yöneltmezseniz, o kaldırım taşıyla kendinizi denize atma isteğiniz daha mı meşru olur? Bugün Türkiye’de atanamayan öğretmenlerin öfkesi ve gelecek kaygısı sokakta bir eylemselliğe dönüşebilseydi veyahut dönüşseydi kaç öğretmen adayı intihar etmemiş olacaktı? Haklı taleplerini örgütleyip sokakta ifade edebilseydi, kimler geleceğini inşa edebilme konusunda gelecek kaygısı yaşayacaktı? Bugün Türkiye’de sadece gelecek kaygısı yaşadığı için hayatına son veren yüzlerce genç var. Bu gençler iktidara, sisteme yöneltecekleri öfkeyi doğru alanlarda örgütleyemedikleri için hayatlarına son veriyorlar. Dolayısıyla her geçen gün örgütlenme hakkımızı elimizden almaya çalışan, bizleri sokaktan, sokağın ruhundan uzaklaştırmaya çalışan, sorunlarımızı sessizliğimizde boğularak çözmemizi isteyen sisteme karşı örgütlü birlikteliğimizi güçlendirmemiz gerekiyor. Eğer örgütlü duruşumuzu ve dayanışma geleneğimizi elimizden almalarına izin verirsek, örgütsüz bireylerin toplu intiharlarından birinde bizde kurban olabiliriz. Ezcümle Türkiye’de intiharlar politiktir.
Mediha Demircioğlu