Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk yazdı
Türkiye’de tek adam diktatörlüğüyle icra edilen neoliberal kapitalizm ve bu icrayı mümkün kılan faşizm bir süredir krizde. Bu kriz gündelik yaşamda faiz politikasında yaşanan tartışmalar, ücret politikaları, enflasyon; zamlara karşı yükselen itirazlar, kim zaman eylemler gibi konularla cereyan ediyor. Krizin bir boyutu da bu kaotik ortamda “sistemin devamlılığını sağlayanların birliğindeki kriz.” Bahsi geçen eylemlerde devletin alabildiği ya da alamadığı tutumlar, devlet içindeki çeşitli odakların birbirleriyle olan rekabeti (şimdilik savaşı değil) ve birlik probleminden kaynaklı asli görevi olan yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmesini sağlamaktaki bazı aksaklıklar.
Gezi sonrasında aldığı peş peşe yenilgilerle oldukça daralmış ve etki alanı kısıtlanmış devrimci muhalefetin çeşitli unsurları da bu kaotik ortamda devrimci mücadelenin nasıl ilerleyeceğine dair çeşitli tartışma yürüttü. Sürekli dolaşımda olan olası bir seçim de sürekli bir yerlerde olan veya olma potansiyeli olan direniş hareketleri de iktidarın bu krizli yapıyı restore etme kapasitesi de bu tartışmaların çeşitli dinamikleri oldu.
Halkevleri olarak bu süreçte “İnsanca bir yaşam, demokrasi, özgürlük, laiklik ve barış için direnişte birleşelim” diyerek mevcut direnişleri ve oluşabilecek direniş hareketlerini iktidar hareketi olarak örgütlenebileceğini ve devrimci muhalefet açısından da doğru olanın bu olduğunu ifade ettik. Seçimler elbette önemliydi ancak bu ortamda önceliğin ve temel görevin bir seçim ittifakı kurmak veya bir ittifaka dahil olmak olmadığını belirttik.
Böyle bir atmosferde, biz henüz kendi çağrımızı yayımlamadan önce HDP, “Demokrasiye, Adalete, Barışa Çağrı” metni ile bir dizi görüşme yapmıştı. Bu görüşmelerin sonrasında, en geniş demokrasi, eşit yurttaşlık ve mücadele ortaklığını kurmanın yol ve yöntemlerini tartışmaya davet etti. Bu davetle birlikte 9 örgüt bir araya geldik.
Toplantının basına kapalı olması planlanırken, basına sızması sonrasında kamuoyunda “seçim ittifakı” görüşmeleri biçiminde bir yorumlama yapıldı. Sosyal medyanın ve medya araçlarının geliştiği günümüzde bazen müdahale edebilme, kendini açıklama olasılığınız düşük oluyor, HDP’nin bu çağrısında da bu durumu yaşadık.
Solun ortaklaşma çabası kimi zaman somut ve dağılmaya mahkum pratiklerle hayatımıza girdiğinden herkesin temkinli yaklaşması bir yanıyla makul. Çünkü yeniden kimsede yenilgi hissi olsun istemiyoruz. Bu temkin olsa olsa herhangi bir ortak mücadeleden geri durma değil, ortaya konulacak pratiğin güçlü olabilmesi çabası olabilir. Şimdiye kadar hayata geçirilen pratiklerden sonra ne yazık ki başarısız bir girişimi daha kimse istemiyor.
Neoliberalizm iflas etmiş, ülkemizde ve dünyada diktatörler köşeye sıkışmış, toplumlar eskisi gibi yönetilemezken, yoksulluk can alıcı noktadayken elbette bütün bunların üstesinden hep birlikte nasıl geleceğimizi konuşacağız.
Bu yapacağımız tartışmalar neden sadece seçime dayanan görüşmeler olsun? Sonuçta böyle bir zorunluluk yok. Ayrıca bu memlekette bir biçimiyle solda duran herkes, seçimlerin düzen için bir tür tadilat aracı olduğunu bilir. Dolayısıyla seçimleri aşan bir perspektif geliştirmek herkesin o ya da bu düzeyde üzerinde mutabık kalacağı noktadır. Haziran isyanı gibi bir deneyimi yaşamış olan bir memlekette siyaset yapıyoruz ve burada ufkunu seçimlerle sınırlamayan, itirazı, isyanı örgütleyen ancak bunu bir halk iktidarıyla nihayetlendirmeyi de gündeminde tutan bir yaklaşım elzem. Bu yaklaşım içerisinde seçimler bir uğrak noktası olabilir en fazla, ancak biz halkın karşısına çıkarken, adımız parti olsun olmasın kendimizi seçimlerle sınırlamak zorunda değiliz.
Bu koşullarda ülkemizin geleceğini elbette umutla konuşacağız. Devlet krizinin, ekonomik krizin ve toplumsal krizin iç içe geçtiği bir dönemin içinde konuşuyoruz. İktidarın toplumu yönetebilmek için rıza üretme mekanizmaları daralmış durumda. Her tarafından çıkar ağlarıyla birbirine dolanmış yolsuzlukların ve suçların saçıldığı bir iktidar. Elinde tek yönetme aracı olarak sopası kalmış bir iktidar. Ve böyle yönetilmekten, aşağılanmaktan, yoksullaşmaktan bıkmış bir halk. Koşullar bizi çağırıyor. Büyük değişimlere açık, çetin geçecek bu dönemde ancak neoliberalizm ve faşizm karşısında solun alacağı ortak inisiyatif halka aynı hayali kurdurabilir, aynı kavgada ilerlememizi sağlayabilir.
Ekonomistler, siyasetçiler ve halk. Hepsinin söylediği ortak tek şey var: Geçinemiyoruz! Herkesin şikayet ettiği şey market, çarşı pazar fiyatları. Zaten standartları yeterince düşük hayatlarımızda asgari insanlık koşullarının da altında, sadece nefes alabilecek kadar bir enerji ile kendimizi yeniden üretip ertesi gün emeğimizin sömürülmesine hazır hale gelebiliyoruz. Bir diğer gün yine aynı manzara. Kredi kartı borcu, bakkal borcu, taksitler, faturalar, kira… Hayatımız borç ödemek üzerine kurulu, bir sonraki aşamaya geçebilmek için puan topladığımız bir oyun gibi. O halde, memleket manzarasının herkes farkındayken, sosyalistler, devrimciler acaba nasıl ortak hareket etmeli ki hem halkta inandırıcı ve güvenilir bir odak olsun, çözüm olduğunu kanıtlasın, hem de seçimde oy kullanmak dışında da halkın siyasete katılabileceği olanaklar olduğunu ispatlayabilsin. Sorunun cevabı çok mu zor gerçekten? Biz aklımızdakileri sıralayalım. Herkesi de bu mücadeleyi ortaklaştırmaya çağıralım öyleyse. Yaygın direnişleri bir isyan ve iktidar hareketi olarak örgütleme iddiası ve görevi ile yapabileceklerimizi şöyle sıralayabiliriz:
Geçinemiyoruz veya başka bir deyişle anonim ve kolektif mücadeleler
Ortak mücadeleden tek kasıt sayılı örgütlerin imzalarının yan yana gelmesi değil elbette. Aynı gündemlere, birlikte müdahale etmek ve değiştirmek bizim asıl işimiz olmalı. Bunu kimi zaman ortak işlerin altına imzamızı koyarak da yapabiliriz bunda bir beis yok. Ancak bu durumu da aşacak, herkesin imzasını eylemiyle ortaya koyduğu bir mücadele perspektifi neden olmasın? Bir süredir geçinemeyen milyonların sesi olan sembolik eylemler gerçekleşiyor. Geçinemiyoruz çığlığı her geçen gün büyüyor. Geçinemeyenlerin sesini yükseltecek, halkın öznesi olduğu bir hareketi hep birlikte yaratmak zorunda olduğumuzu düşünüyoruz. Bugün bir binadan asılan “Geçinemiyoruz” pankartının rahatsızlık verici boyutu, iktidarın geçinemeyenlerin sesine olan tahammülsüzlüğüdür. Bu tahammülsüzlük, aynı zamanda nerenin kırılgan ve dağılmaya mahkum olduğunu da bizlere gösteriyor. Bunu görebilen herkes açısından, bu krizi derinleştirmek öncelikle yapılması gerekendir.
Bir araya gelmeyi başarabildiğimiz yerlerde birlikte, ancak illa ki bir araya gelmeyi de beklemeden aynı sözün ve programın etrafında birleşerek bu ortaklık pekala sağlanabilir.
Özelleştirilen her şey yeniden kamulaştırılmalıdır
Elektrik ve doğalgaza gelen zamlardan sonra kışı her zamankinden zor geçiriyoruz. 100 liralık faturaların, enerji üretimi ve dağıtımı hemen kamulaştırılırsa 23 TL ve dağıtım bedeline düştüğünü de artık biliyoruz. Göz göre göre gerçekleştirilen bu soyguna bir an önce dur demeliyiz.
Enerji üretimi ve dağıtımı bir an önce kamulaştırılmalı! Israrlı bir mücadele bu akıldışı soygunu durdurabilir.
Akaryakıta, elektriğe, doğalgaza, gıda ve temizlik başta olmak üzere tüm temel ihtiyaçlara, hijyen ürünlerine (kadın pedi, çocuk ve yaşlı/hasta bezleri) uygulanan zamlar bir an önce geri alınmalı, halkın temel ihtiyaçlarından vergi alınmamalıdır.
Oxfam’ın verilerine göre, pandemide yüzde 99’un geliri düşerken, en zengin 10 ERKEĞİN serveti ikiye katlandı. Büyük bir kaos halinde giderek daha fazla zenginleşenlerin zaten zengin olanlar olması veya erkek olması tesadüf değil. Bu 10 erkek yarın servetlerinin yüzde 99’unu kaybedecek olsalar, yine de bu gezegendeki insanların yüzde 99’undan daha zengin olacaklar. Ne büyük sefalet ama! Bizim memlekette de durum farklı değil. İşçiler ölümün pençesine terk edilirken, patronları koruyan uygulamalar peşi sıra hayata geçirildi. O zaman bizden çaldıklarını geri alalım. Sadece beşli çetenin değil, tüm sermayenin mallarına el konulmalı ya da bir an önce kademeli servet vergisi uygulamaya sokulmalıdır.
Pandemi bir kez daha gösterdi ki sağlık temel/yaşamsal bir haktır ve para ile satılamaz. Parası olmayanın ölüme veya sefalete sürüklendiği bir düzeni kabul etmiyoruz. Özel hastane sahiplerinin Bakan olup, sağlık politikalarını belirlemesini kabul etmiyoruz. Özelleştirilen tüm sağlık hizmetleri kamulaştırılmalıdır.
Eğitim haktır ve eşit yurttaşlık için herkesin erişebileceği eğitim olanakları sağlanmalıdır. Bunun için de en başta eğitimin kamulaştırılması gerekir. Özelleştirme ve kar mantığı ile okulların bir şirket gibi yönetildiği mantık; eşit, laik ve bilimsel eğitime büyük bir darbe vurmuştur.
Tarikat ve cemaatler kapatılmalıdır
Bugün kadına yönelik şiddeti ve kadın erkek eşitsizliğini açıktan savunan, LGBTİ+ lara yaşam hakkı tanımayan, çocuk yaşta evlilikleri ve çocuk istismarını savunan, gençleri zorla kaçak ve denetimsiz yurtlarda kalmaya zorlayan, fakirlik övgüsü yapan tarikat ve cemaatler hatta diyanet kapatılmalıdır!
Toplumun bütün ezilenlerine yönelik rıza üretme, rıza üretemediği yerde düşmanlaştırma ve saldırı politikalarıyla gündeme gelen, gericiliği ilke edinmiş, laiklik düşmanı tarikat ve cemaatler kapatılmalıdır. Gericilik, mücadele edilmesi gereken en önemli gündemlerimizdendir. Antalya’da tarikat yurdunda katledilen Mehmet Sami Tuğrul ve tarikat yurdundaki baskılar sonucu ölümüne sebep olunan Enes Kara, ülkenin gericilikle imtihanının en çarpıcı örneklerindendir.
Gündelik hayatımızın her zerresine işleyen faşizme karşı anti-faşist bir cephe
Bütün bunları da içine alır şekilde memleketi teslim almaya çalışan faşizmin karşısında birlikte direnmeliyiz. Anti-faşist bir mücadeleyi örmek için gündelik hayatta karşımıza çıkan ve özel/bireysel veya tek bir kuruma yönelik gibi görünen her saldırının artık sadece muhatabını ilgilendirmediğinin bilinciyle hareket edebilmeliyiz.
Gülşen’e ve Sezen Aksu’ya yapılan gerici saldırı da herhangi bir ilerici, demokrat, sosyalist veya devrimci bir kuruma yapılan saldırıda münferit değil. Bunu artık hepimiz biliyoruz. Sezen Aksu’nun şarkısına yönelik basitçe “vatandaş tepsiki”nin değil bir kontrgerilla organizasyonunun olduğunu Milli Beka Hareketi’nin tehditlerinden ve eylem organizasyonundan bir kez daha görmüş olduk. Karşımıza çıkan manzara bizlere kontrgerilla aygıtının teşhirini ve dağıtılması gerekliliğini yeniden göstermiş oldu. Dolayısıyla mücadele programımız mutlaka kontrgerilladan hesap sorma ve bu yapıyı dağıtmayı içermelidir. Öyleyse yapılan saldırılar karşısında öyle hızlı bir refleks üretelim ve birbirimize sahip çıkalım ki, birimizin başına bir şey geldiğinde nasıl seferber olabileceğimizi, güçlü olduğumuzu dosta düşmana gösterelim.
Deyim yerindeyse faşizme ve neoliberal kapitalizme karşı bir deklarasyonla hiçbirimizin yalnız olmadığını ve her saldırının karşısında birlikte mücadele edeceğimizi duyurmamız gerekir. Elbette aynı zamanda çeşitli eylemlerini örgütleyebilme yeteneğini de kazanmalıyız. Bazen kitlesel, bazen de simgesel, mümkünse her ikisi birlikte güçlü bir duruş sergileyebilmeliyiz.
Bu suçluların arkasında devletin olduğunu unutmadan, üstelik saydığımız nice sorun karşısında bir araya gelme olanağımız görüldüğü anda, bu birlikteliğin çeşitli provakatif saldırılara açık olabileceğini de unutmadan yola koyulmalıyız. AKP-MHP koalisyonunun iktidarda kalmak için her yolu deneyebileceğini, seçim sürecinin olağan bir dönem olmayacağını, 2015 sonrası deneyimlerimiz ve bu ülkede sömürge tipi faşizmin işleyişine dair bilgimiz bize anlatıyor. Öyleyse faşizmin karşısında, faşist saldırganlık karşısında halkı savunmasız bırakmayacak güçlü bir direniş cephesi örgütlemek de bu ortak mücadelenin temel görevi olmalıdır.
Halkevciler bu mantıkla bulunduğu her yerde inisiyatif alacaktır. Kendi işimizi yapmaktan geri durmayacağız ancak ortak bir mücadeleyi geliştirmek için de aynı şekilde inisiyatif alacağız.
Çıkan sonuçlar bizlere de yol gösteriyor. Bir yandan halkın acil ve yakıcı sorunlarını örgütleyen, çözüm olan ve şimdiden alternatifini kuran; başka bir yandan da olası saldırılar karşısında güçlü durabilecek bir ortak mücadele zemini yaratmak hepimizin görevi. Bu görevi ne kadar layıkıyla yerine getirebilirsek kurtulmak istediğimiz karanlıktan çıkmak için elimizde o kadar fazla fenerimiz olacak. İktidarı da, düzeniçi muhalefeti de seçim sürecini de kuşatacak güçlü bir mücadele de ancak böyle kurulacak.
Bu yazı Halkevleri’nden alınmıştır.